UluğBey
Divan Üyesi
Ynt: Söylenmemiş Na'meler
Hangi yıldan kalma bu şarab-ı aşk ki bir yudum alanı ser-hoş eyliyor ve zaman aktıkça daha da alevlenen gönül mumunun bir dem soluklanmasına müsaade etmiyor. Harfler kendini zincire vurup sevgilinin adını anmak istediğinde yâdına gelenlerden dolayıdır ki iki büklüm olup mim misali secdeye vurmakta kendini. Ve seni anlatmak için kağıdı alınca eline seni anlatmanın heyecanından tek kelime edemeyip işte oracıkta toprakla hem-dem olan âşığın hayali geliyor aklına. Sevgiliyi anacak harflerin yerinde olmak istiyor meczub, ve ölüme meydan okumak. Âşıklık alameti midir sevgiliyi anmak yoksa onu anmadan onu kağıttan bile kıskanarak işte oralarda bir yerlerde deyip saadetiyle hoşnut olmak mıdır hakiki âşıklık? Vuslat ateş miydi de korkuyor muydu o âşık’ul üstad o âteşin bir çiçek bahçesine dönüşmeyeceğinden ve sevgilinin de o ateş bahçesinde yanıp kül olacağından. Sözlerini bile kendinden kıskandığı yârinin ateşler içinde kalacağı ihtimali miydi onu dağlayan? Yoksa siyah yaprakların arasında kalan o matemli sözlerden kalan bir anlık duygu iniltisi miydi bu kulaklarını sağır edercesine tırmalayan. Söz vermemiş miydi ve haram kılmamış mıydı mutluğunu kendine? Bir hikaye anlatırdı erenler, hiçbir yerde yazılmamıştı bu hikaye ve hiç kimse okumamıştı. Belki, belki de ilk okuyan sen olmalısın sevgili ! koşulsuz aşk vazgeçişlere gebedir aslında, ihtimallere takılmaktır. Dinle sevgili ve oku kimilerinin hikaye-i matem dediği kimilerininse isim koymaya dahi çekindiği bu nağmeleri. Anlamaya çalışma ama bunu anlamak ölümü anlamaktır, bunu anlamak kainatı anlamaktır ve şunu bil ki bunu anlamak şu divaneyi anlamaktır:
Henüz insanların seneleri aylara ayları haftalara haftalarıysa günlere bölmediği zamanlardaydı. Bu topraklarda yaşayanlar dünyayı kendilerinden ibaret zannederlerdi. Güneş onlar için doğuyordu, rüzgar onlar için esiyordu ve gece onlar için üzerilerini örtüyordu. Pek fazla insan yoktu etraflarında, fıtratlarına aykırı olarak merak da etmiyorlardı dünyayı. Bulmak istemiyorlardı belki de sınırsız güzellikleri, bir farkında oluştu bu belki de ne kadar güzel şeye sahip olurlarsa bir gün o kadar üzüleceklerdi.Bu ihtimaldi belki de onları bu denli korkak kılan. Hani her kabilenin bir delisi olur ya ve her mahallenin. İşte buranın da bir delisi varmış. Kimine göre deli numarası yaparmış ve aslında herkesten akıllıymış. Varın biz işin bu kısmını Selman Can dan dinleyelim:
Durup söylesem anlar mısın ey adem dilimden
Kişi kendini anlatamaz konuşmazsa can dilinden
Adım Selman’dır kimseler bilmez nereden geldiğim
Bir yolculuktayım burası benim biliyorum son durağım
Bir mâh ki sebebidir söylenmemiş nağmelerimin
Susun ve dinleyin acısını inleyen nağmelerimin
Selman uzak diyarlardan gelmiş buraya ve oradaki ahali kabul etmek istememiş onu aralarına, sonra tek bir şartla kabul etmişler. Hiçbir şey anlatmayacaktı gördükleri hakkında, bozmamalıydı birliklerini beraberliklerini. Tamam dedi genç adam. Böylesi onun için daha güzeldi. Rüyasında gördüğü güzel biliyordu buradaydı, bir hayalin peşinden koşmuştu, hayal de olsa vardı ya
nundu, hatta o hayali hiç kimse görmemişti, bunun düşüncesi bile onu sanki havalara uçuruyordu. Bir sevgili vardı ve biliyordu, onu bulacaktı…
Dedik ya zaman yoktu. Tabiat durmadan kılık değiştiriyor Selman kendisine gösterilen bir kulübeden adımını atmıyordu dışarıya. Yaktığı ateşin başında öyle güzel hayaller kuruyordu ki. Ateşin karşısında dans edişinde öyle bir endam hissediyordu ki, sanki şu kıvılcım kendisi ve işte tam karşısındaki ise hayalindeki o ay parçasıydı. Bir bütün olmuşlardı, hiç kimseden habersiz ve kül olacaklarını umursamadan yanıyorlardı birbirlerine. Öyle ki onlara el uzatan bile olamıyordu, ateşlerdi çünkü farklı bir dünyada yaşıyorlardı. Bazı gecelerde kıvrılıp uykuya dalardı Selman, o geceler vuslat geceleriydi, nevbaharlarda kırlarda yanında varlığının müsebbibi ile bir çocuk gibi koşuşurdu. Haline acıyanların verdiği bir lokma ekmekle karnını doyururdu Selman. Saçı sakalına karışmış, cübbesi yer yer yırtılmıştı. Neyine gerekti ki üzerindekilerin şaşalı olması ? Sevgili vardı ve onu O olduğu için sevecekti. Öyle ya elbisesine,saçına sakalına mı bakacaktı sanki. O onu öylesine sevmişti. Görmeden, hayaliyle, her bir zerresinin bir ressam titizliğiyle çizmişti dimağında. Sanki, sanki yıllarca yanındaymış gibi emindi onun varlığından. Soğuk bir kışın ardından bahar kendini göstermeye başlamıştı. Etraf yeşillenmeye başlamış ve insanlar yavaş yavaş kapı ve pencerelerden gözükmeye başlamıştı. Yine böyle bir bahar gününde Selman elinde iğde ağacından yapılmış o ince çubuğuyla dolaşmaktaydı. Derken bir karaltı gördü şu ilerdeki ağacın arkasında. Bir an hayal gördüğünü zannetti, sıcaktan olsa gerek dedi. Sonra bir daha gördü o karaltıyı.Artık emindi, orada birisi vardı. Hızlıca gitti oraya.Heyecanlıydı, ve içinde garip bir his vardı Selman’ın. Sanki sona yaklaşmış gibiydi ve içinde bir rahatlama hissetti. Karşındaydı işte, bu oydu. Ne diyeceğini bilemedi, O da bir şey demiyordu. Öylece bakakaldılar bir müddet birbirlerine. Neden sonra kız konuşmaya başladı Selman ile. Selman arkasını o ağaca vermiş, adeta felç olmuş gibiydi. Dinliyordu sadece. Onun geldiği günden bu yana o kızın onu izlediğini, rüyalarında bir ateş etrafında dans ettiklerinden bahsetti. Sonra öldüklerinden bahsetti, o güllerin şahı olduğuna şüphe etmediği gizemli yâr. Dudaklarını kıpırdatmak istedi, bir şeyler anlatmak istiyordu. Ama gel gör ki sanki dil onun değildi hüküm geçiremiyordu, dinlemiyordu onu. Kız yanına geldi ve sildi göz yaşlarını Selman’ın. Artık konuşma zamanı değildi, sadece birbirlerine bakıyorlardı ve sanki o şekilde konuşuyorlardı. Selman ateşi düşündü, kül olmak dedi, kız varım dedi. Selman boğulmak dedi, kız eyvallah dedi.Selman durdu düşündü birden, sevgiliye vaad ettiği şeyleri tek tek sorguladı kendi kendine. Biliyordu ki gerçek âşık sevdiğinin mutluluğunu isterdi, ellerini kaldırmak istedi, mecali kalmamıştı, gözleriyle dua ediyordu rabbine:’ yâ râb yârânla firakı istemem bu dünyada bilirim ki zaman geçecek ve ölüm gelecek. Yârin inci gözlerinden bir damla yaş akmasına sebep olacaksam işte burada canımı al!’ diyordu.Duası kabul olmuştu. Biliyordu ki hakiki âşığın duası geri çevrilmezdi.
Kabile halkı bir mezar kazdı hemen o ağacın dibine,oracığa defnettiler…
Hikayeyi bana anlatanın yorumuna göre aslında orada kimse yokmuş, garib Selman zaten bir rüyadaymış ve yâre varmak arzusuyla o kadar istekli imiş ki, Mevla ona vuslatı tattırmadan canını almasını istememiş Azrail’den.Aşkta samimi olmak …
İşte böyle sevgili okuyucum, bu satırlar seninle anlam kazanmakta, bazen bu satırların kimliğine bürünmek istiyor insan, bir o kadar duygulu bir o kadar da içinde hazineler barındıran bir ordu olmak başka kime nasip ki bu dünyada. Selman olmak, okumak yani yârin adını okumak her bir satırda, her bir satırın arkasına yâri gizlemek ve anahtarını da en derinlerine atmak, en derinlerine okyanusların. Sonra ümitle beklemektir aslında yaşamak anahtarı bulacak olan o yüzünü rüyalarda gördüğün o ay yüzlünün bir deniz kızı çevikliğiyle o en kuytu noktadan o anahtarı bularak geleceği günü. Ölüm mü ? Selman olmak kolay değil ey okuyucu, Selman olmak kolay değil ! Selman…
Ve son söz
Heyhat karanlığın gölgesiyle kaplandı yine satırlarım
Yazmakla tükenmez ki yârâ o en temiz hatıralarım
En iyisi susmalı Selman gibi ve konuşmalı gözlerim
Anlatır her şeyi sana söyleyemediğim nağmelerim
eyvallah...
Hangi yıldan kalma bu şarab-ı aşk ki bir yudum alanı ser-hoş eyliyor ve zaman aktıkça daha da alevlenen gönül mumunun bir dem soluklanmasına müsaade etmiyor. Harfler kendini zincire vurup sevgilinin adını anmak istediğinde yâdına gelenlerden dolayıdır ki iki büklüm olup mim misali secdeye vurmakta kendini. Ve seni anlatmak için kağıdı alınca eline seni anlatmanın heyecanından tek kelime edemeyip işte oracıkta toprakla hem-dem olan âşığın hayali geliyor aklına. Sevgiliyi anacak harflerin yerinde olmak istiyor meczub, ve ölüme meydan okumak. Âşıklık alameti midir sevgiliyi anmak yoksa onu anmadan onu kağıttan bile kıskanarak işte oralarda bir yerlerde deyip saadetiyle hoşnut olmak mıdır hakiki âşıklık? Vuslat ateş miydi de korkuyor muydu o âşık’ul üstad o âteşin bir çiçek bahçesine dönüşmeyeceğinden ve sevgilinin de o ateş bahçesinde yanıp kül olacağından. Sözlerini bile kendinden kıskandığı yârinin ateşler içinde kalacağı ihtimali miydi onu dağlayan? Yoksa siyah yaprakların arasında kalan o matemli sözlerden kalan bir anlık duygu iniltisi miydi bu kulaklarını sağır edercesine tırmalayan. Söz vermemiş miydi ve haram kılmamış mıydı mutluğunu kendine? Bir hikaye anlatırdı erenler, hiçbir yerde yazılmamıştı bu hikaye ve hiç kimse okumamıştı. Belki, belki de ilk okuyan sen olmalısın sevgili ! koşulsuz aşk vazgeçişlere gebedir aslında, ihtimallere takılmaktır. Dinle sevgili ve oku kimilerinin hikaye-i matem dediği kimilerininse isim koymaya dahi çekindiği bu nağmeleri. Anlamaya çalışma ama bunu anlamak ölümü anlamaktır, bunu anlamak kainatı anlamaktır ve şunu bil ki bunu anlamak şu divaneyi anlamaktır:
Henüz insanların seneleri aylara ayları haftalara haftalarıysa günlere bölmediği zamanlardaydı. Bu topraklarda yaşayanlar dünyayı kendilerinden ibaret zannederlerdi. Güneş onlar için doğuyordu, rüzgar onlar için esiyordu ve gece onlar için üzerilerini örtüyordu. Pek fazla insan yoktu etraflarında, fıtratlarına aykırı olarak merak da etmiyorlardı dünyayı. Bulmak istemiyorlardı belki de sınırsız güzellikleri, bir farkında oluştu bu belki de ne kadar güzel şeye sahip olurlarsa bir gün o kadar üzüleceklerdi.Bu ihtimaldi belki de onları bu denli korkak kılan. Hani her kabilenin bir delisi olur ya ve her mahallenin. İşte buranın da bir delisi varmış. Kimine göre deli numarası yaparmış ve aslında herkesten akıllıymış. Varın biz işin bu kısmını Selman Can dan dinleyelim:
Durup söylesem anlar mısın ey adem dilimden
Kişi kendini anlatamaz konuşmazsa can dilinden
Adım Selman’dır kimseler bilmez nereden geldiğim
Bir yolculuktayım burası benim biliyorum son durağım
Bir mâh ki sebebidir söylenmemiş nağmelerimin
Susun ve dinleyin acısını inleyen nağmelerimin
Selman uzak diyarlardan gelmiş buraya ve oradaki ahali kabul etmek istememiş onu aralarına, sonra tek bir şartla kabul etmişler. Hiçbir şey anlatmayacaktı gördükleri hakkında, bozmamalıydı birliklerini beraberliklerini. Tamam dedi genç adam. Böylesi onun için daha güzeldi. Rüyasında gördüğü güzel biliyordu buradaydı, bir hayalin peşinden koşmuştu, hayal de olsa vardı ya
Dedik ya zaman yoktu. Tabiat durmadan kılık değiştiriyor Selman kendisine gösterilen bir kulübeden adımını atmıyordu dışarıya. Yaktığı ateşin başında öyle güzel hayaller kuruyordu ki. Ateşin karşısında dans edişinde öyle bir endam hissediyordu ki, sanki şu kıvılcım kendisi ve işte tam karşısındaki ise hayalindeki o ay parçasıydı. Bir bütün olmuşlardı, hiç kimseden habersiz ve kül olacaklarını umursamadan yanıyorlardı birbirlerine. Öyle ki onlara el uzatan bile olamıyordu, ateşlerdi çünkü farklı bir dünyada yaşıyorlardı. Bazı gecelerde kıvrılıp uykuya dalardı Selman, o geceler vuslat geceleriydi, nevbaharlarda kırlarda yanında varlığının müsebbibi ile bir çocuk gibi koşuşurdu. Haline acıyanların verdiği bir lokma ekmekle karnını doyururdu Selman. Saçı sakalına karışmış, cübbesi yer yer yırtılmıştı. Neyine gerekti ki üzerindekilerin şaşalı olması ? Sevgili vardı ve onu O olduğu için sevecekti. Öyle ya elbisesine,saçına sakalına mı bakacaktı sanki. O onu öylesine sevmişti. Görmeden, hayaliyle, her bir zerresinin bir ressam titizliğiyle çizmişti dimağında. Sanki, sanki yıllarca yanındaymış gibi emindi onun varlığından. Soğuk bir kışın ardından bahar kendini göstermeye başlamıştı. Etraf yeşillenmeye başlamış ve insanlar yavaş yavaş kapı ve pencerelerden gözükmeye başlamıştı. Yine böyle bir bahar gününde Selman elinde iğde ağacından yapılmış o ince çubuğuyla dolaşmaktaydı. Derken bir karaltı gördü şu ilerdeki ağacın arkasında. Bir an hayal gördüğünü zannetti, sıcaktan olsa gerek dedi. Sonra bir daha gördü o karaltıyı.Artık emindi, orada birisi vardı. Hızlıca gitti oraya.Heyecanlıydı, ve içinde garip bir his vardı Selman’ın. Sanki sona yaklaşmış gibiydi ve içinde bir rahatlama hissetti. Karşındaydı işte, bu oydu. Ne diyeceğini bilemedi, O da bir şey demiyordu. Öylece bakakaldılar bir müddet birbirlerine. Neden sonra kız konuşmaya başladı Selman ile. Selman arkasını o ağaca vermiş, adeta felç olmuş gibiydi. Dinliyordu sadece. Onun geldiği günden bu yana o kızın onu izlediğini, rüyalarında bir ateş etrafında dans ettiklerinden bahsetti. Sonra öldüklerinden bahsetti, o güllerin şahı olduğuna şüphe etmediği gizemli yâr. Dudaklarını kıpırdatmak istedi, bir şeyler anlatmak istiyordu. Ama gel gör ki sanki dil onun değildi hüküm geçiremiyordu, dinlemiyordu onu. Kız yanına geldi ve sildi göz yaşlarını Selman’ın. Artık konuşma zamanı değildi, sadece birbirlerine bakıyorlardı ve sanki o şekilde konuşuyorlardı. Selman ateşi düşündü, kül olmak dedi, kız varım dedi. Selman boğulmak dedi, kız eyvallah dedi.Selman durdu düşündü birden, sevgiliye vaad ettiği şeyleri tek tek sorguladı kendi kendine. Biliyordu ki gerçek âşık sevdiğinin mutluluğunu isterdi, ellerini kaldırmak istedi, mecali kalmamıştı, gözleriyle dua ediyordu rabbine:’ yâ râb yârânla firakı istemem bu dünyada bilirim ki zaman geçecek ve ölüm gelecek. Yârin inci gözlerinden bir damla yaş akmasına sebep olacaksam işte burada canımı al!’ diyordu.Duası kabul olmuştu. Biliyordu ki hakiki âşığın duası geri çevrilmezdi.
Kabile halkı bir mezar kazdı hemen o ağacın dibine,oracığa defnettiler…
Hikayeyi bana anlatanın yorumuna göre aslında orada kimse yokmuş, garib Selman zaten bir rüyadaymış ve yâre varmak arzusuyla o kadar istekli imiş ki, Mevla ona vuslatı tattırmadan canını almasını istememiş Azrail’den.Aşkta samimi olmak …
İşte böyle sevgili okuyucum, bu satırlar seninle anlam kazanmakta, bazen bu satırların kimliğine bürünmek istiyor insan, bir o kadar duygulu bir o kadar da içinde hazineler barındıran bir ordu olmak başka kime nasip ki bu dünyada. Selman olmak, okumak yani yârin adını okumak her bir satırda, her bir satırın arkasına yâri gizlemek ve anahtarını da en derinlerine atmak, en derinlerine okyanusların. Sonra ümitle beklemektir aslında yaşamak anahtarı bulacak olan o yüzünü rüyalarda gördüğün o ay yüzlünün bir deniz kızı çevikliğiyle o en kuytu noktadan o anahtarı bularak geleceği günü. Ölüm mü ? Selman olmak kolay değil ey okuyucu, Selman olmak kolay değil ! Selman…
Ve son söz
Heyhat karanlığın gölgesiyle kaplandı yine satırlarım
Yazmakla tükenmez ki yârâ o en temiz hatıralarım
En iyisi susmalı Selman gibi ve konuşmalı gözlerim
Anlatır her şeyi sana söyleyemediğim nağmelerim
eyvallah...